3/07/2011

d[evrilen gerçeklik makale

Makale: “İmgenin Halleri / Halsizliği: Atölye D[Evrilen Gerçeklik”, Koridor Dergisi, Mart-Nisan 2011, Sayı 17.

Yazarlar: Emine Köseoğlu ve Öze Uluengin.

Makaleye katkıda bulunan değerli arkadaşlarımız, Pınar Gözek, Esra Koyun ve Emrah Üstdağ’a teşekkürlerimizi sunarız…

http://www.koridordergisi.com/?Syf=26&Syz=14454
http://www.facebook.com/note.php?note_id=10150146879964052&id=44658235239

2/14/2011

nesne, görmece

bu,
metal bir iskelet üzerine gerilmiş kırmızı bir kumaştır.metal iskeletten çıkan yaklaşık 50 santimetrelik 10 ayrı kola basit düğümlerle tutturulmuş, ışığı belirli oranda geçirebilen
bir nesnedir.
/ben bir vaka değildim.oliver sacks benden haberdar değildi.
yahut
bu,
gündüzdüşlerine eşlik eden kocaman ve tuhaf bir şemsiye.10 çubukla 9 dilime ayrılmış bu kumaş, günışığını gözüme fazlasıyla taşıyabildiğinden, tuhaf bir renk alıyor zihnime düşen haliyle.
bana anımsattığı şeyler var.bu bazen tuhaf bir kitabın herhangi bir paragrafı, bazen salt bir tını-söz eşliğinde olmayan.bunlar değişken.

.görmecenin halleri, kıyas götürmeyecek kadar özneldir.

bulantı




Bitmeyen bulantının son hali.. Baktığım tavanın nötr rengi saydamlaştı ve gördüğüm, sınırsız uzay boşluğu içinde bir sarkaç.. Gölgesiyle volta atıyor. Midedeki bir bulantının zihne sıçraması gibi. Aynı ritimde ve aynı tempoda salınan bir sarkaç. Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde zihne nüfus eden her şey.. Farklı zamanlarda ayrı istek, beklenti, amaç ya da amaçsızlıklarla zihne indirilen her şey.. Bulunduğu yerden ayrılmayan her şey.. Katman katman birikti, yığıldı, yığın birbirine karıştı, karışım tepkimeye girdi. Şu an bulantı anı ve her şey birbirine karışmış durumda..

Sarkaç kasılıyor. Boşluktaki sıkışmış düşünceler sarkaçla birlikte bir uçtan öbürüne, bir kutuptan diğerine, pozitiften negatife salınıyor. Zihindeki bir süpürge gibi; düşüncelerin birini alıp diğerinin üzerine süpürüyor. Her şey birbirine karışıyor. Zihin artık görünmez olmak; o da olmazsa yok olmak istiyor. 

Sınır




Dışarıya bu kadar yakın iken, dışarıdan bu kadar kopuk, içeride bu kadar kapalı olmak. Dış ile iç bazen bir hücre zarının kesitindeki mesafe kadar uzaktır birbirine. Dış ile iç, sınırının netliği ve katılığı kadar yakındır. Sınır, akışkan olanın setidir. Hareket sınırın berisinde kalırken, algı, ötesine geçmek ister. Sınırın ötesindekine bakmaya çalışan gözün algıladığı, hayaldir. Görmek istediği dünyanın netliği, saydam olmayan sınırdan geçemez. Gözün gördüğü imge sınırın hemen arkasındadır; imgenin ötesi, zihin için sadece hayaldir. Bakan gözün önündeki set, sınırdan başkası değildir; imge zihinde bağımsız algılanamaz, çünkü göz her zaman sınırı da görür. Sınırın berisinde kaldığı hissinden kurtulamaz.
Zihin, göremediği dünyanın hayalini kurar. Belki de ötedekinin, bir hayal dünyası olduğuna inanır. Gözün gördüğü ‘’dış’’, değişmeyen bir sahne gibidir. 
Durum; sürekli değişen bir gerçekliğe, hiçbir şeyin değişmediği pencereden bakıp, hiçbir şeyin değişmediği bir dünya yanılsamasına girmektir.


Yanılsamayı terk etmek mümkündür:
Adım 1: Kapı koluna dokun.
Adım 2: Kilidi çevir.
Adım 3: Pencereyi aç.
Adım 4: Atla!

Ters açı



Pencereden bakıldığı zaman görülen: Karşı taraf. Ayaklar yere basarken, vücut ile zemin arası 90 derece açıdayken ve dosdoğru bakarken görünen şey: Pencerenin dışı, dış dünya, karşı dünya, karşında gördüğün dünya. Alışılan duruş hep ‘’aynı’’ya ve ‘’karşı’’ya bakıyor.
Beden devrilirken, vücut, açısını bozar. 

Pencerede devrilen beden, kendi cephesiyle yüzleşir.

2/10/2011

orada olmayan...

Dokundu.
Sol gözü gördü önce.
Zihnini şöyle bir kurcaladı. Tozlu raflardan,tozlu bir çerçeve çıkardı görücüye.
Asırlardır süren bir oyunun en son perdesi.
Bütün resmini hiç görmediği bir yapbozun dağılmış parçalarından sadece bir tanesi duruyordu önünde. Yanılarak bile tamamlaması güç bir resmi, hayal edebildi sadece. Gerçek ve hayalin belirsiz sınırındaki bir ihtimali daha düşündü.
Bulamadığı için mutluydu.
Hissettiği ılık rüzgar, uzun bir yoldan getirmiş oldu onu,
Cebinde bir dokunuş ve ona ait bir resimle...

gördüğümüz değil...

İki farklı fon üzerinde bir nesne. Ya da bir gölge. Görülen ya da görülmeye çalışılan sahne gerçeğin çok ötesinde, düşüncenin derinlerinde, diplerde bir yerlerde. Herkesin bildiği fakat aynı zamanda bir tek kişinin de bildiği çok uzak bir yer. Nesneler somut mekanda öylesine kayıp ki, aklın herkesten sakladığı sayfalar havalarda uçuşuyor.
Renkli kalemlerle tamamlanan resim tam da olması gerektiği gibi,
Görünenden her zaman farklı;
Benim.

2/08/2011

1,2,3 boz - 3,2,1 oyna!

Dünyaya gözlerini bozup bakmak..


Sağlıklı gözün,bakmak ile görmek arasında kat ettiği zamansal mesafe o kadar kısadır ki, sanki aynı anmış gibidir ve yaşadığı eylem, gördüğünü bilemeden görmektir. Dünyanın ona sunduğu ‘’gerçek imge’’ zihnine oturur. Zihin ‘’gerçek imge’’yi kavrar. Öyle kavrar ki, gerçek olarak sunulanı, katı bir hamura saplanan köşeli bir nesne gibi tutar, içine oturtur. Mutlak öğretiye bağlanan zihin, netliğin sınırları içinde kendisine gösterilen koltuğa yerleşir.

Bozuk göz, dünyanın sunduğu gerçekten bihaberdir. Baktığında görmeye çalıştığı şey gerçeklik iken; gördüğü şey, gerçek olanın netliğinin üzerine düşen bir damla suyun yarattığı illüzyondur. İllüzyon, ona, görebileceğinden fazlasını gösterir. Algı ise bir sahneden farksızdır neredeyse. Nesnelerin sınırları kaybolur, görüntü esner, büyür, küçülür, ‘’biçimsiz’’leşir. Sudan geçen ışık kırılır, renkler dağılır; detaylar yok olurken, zihin, suluboya imge yapar. İdrak etmeye çalıştığı her an, imgelerin algıdaki yansımaları değişir. ‘’Normal’’olandan kopuş, sağlıklı gözün hayal olarak nitelendirdiği, bozuk gözün gerçek dünyasını algılatır.

Bozuk göze sahip zihin, bir kova dolusu su gibidir. Gerçek dünyanın sunduklarını, gerçeklikten çıkan herhangi bir ışın gibi yüzeyinde kırar, parçalar. Kovanın zeminine düşen sayısız ışın ise bozuk göze sahip zihnin çıkarımlarıdır.

Var olmayanın hayalini canlandırmak, aslında, gözlerini bozup bakmak kadar kolaydır. Sağlıklı göz sadece olanı görebilirken, bozuk göz algı sahnesinde oyun kurgulayacak kadar şanslıdır. Bu oyun ne gerçektir, ne de gerçek olmayandır.

şablon




Zemin: yok. Ayaklar: yok. Aidiyet: yok. Şablon adam ve kendisinden uzun gölgesi poz veriyor.


Şablon olmanın tek koşulu kalıp olmaktır.

Şablon adam katıdır, esneyemez. Erimez, uçmaz. Buharlaşmaz. Bir eşikten sonra bükülemez. Üç boyutlu iken bile iki boyutlu çıkabilir bir fotoğraf karesinde. Milyonlarca şablon adam bir araya gelse, hiçbir şey konuşmadan, hareket etmeden durabilir. Hepsi aynı şekilde görünüp, aynı açıdan bakabilir. Milyonlarca şablon adam, aynı şekilde poz verebilir. ‘’Aynı’’olmak, şablonun doğasında vardır.

Gölgesinin şablondan farkı, ışıklı odada varlık gösterebilmesidir. Şablon için yer – zemin önemsizken, gölgesi ‘’yer’’de var olur. Şablon sabitlikten kurtulamazken, gölgesi farklı pozlar verir. Işığın nereden geldiği, gölgeden belli olur. Gölge esnektir, akışkandır, varlığı madde değildir ve katılaşamaz. Şablonu tufaya düşürmeyi seven her ışık, gölgesiyle bir olup, oyun oynayarak, ona şablonun arkasından şaka yaptırabilir. Ancak şablon fark etmez. Işığın ve gölgenin kıvraklığına tezat, şablon sadece durur. Ve bu duruş, onun pozu olur.

2/07/2011

an-

tüm bu curcunaya dahil miydim, değil miydim?
beni de aralarına katmalarına izin vermeliydim
kendi rengimle.


ancak gözlerimi kıstığımda görebildiğime denk tutabildiğim bir 'an' arayışı.ancak uyurken görebildiğim sahilikte, gözüm tamamen açık olduğunda gördüğüm/duyduğum/deneyimlediğim/görmem öngörülen tüm 'gerçeklik' sanrılarından uzakta olan.
-
insanlar ve zamanın akmasından bağımsız düşünebildiğimde görebilirim an'ın her rengini, benim zamanım da akıyorken algılayamamaktan korkarım, o yüzden kısa süreli duraksamalarım.

dur.düşün.gör.fark et.konuş.söyle.o an sadece o 'an'da.
çelişmeler-karar verme esnasında akan zamana kıyasla daha az değerli.
dur-ma.yahut düşün-me öyleyse.
beyhude olmaktan korkmamalı, zira bu ihtimal köşede bir yerlerde her zaman saklı.

yeniden tanımla.turuncunun benim bildiğim turuncudan daha turuncu olabildiği yerlerin varlığından
neredeyse eminim.-dahası hep vardır zaten, zannettiğimin fazlası.
gözden geçirmeler ve yeniden tanımlamalar için çelişmeyi reddettiğim herhangi bir an bile yeterli.
oysa.herkes.hep.konuşur.
her şeyin tanımlı olduğu bu yer--
yeniden tanımlayabilmek için sıyrılmalı herkesten, her şeyden.
bildiklerimden de sıyrılabilmem mümkün mü, bunun derdindeyim.

dahiliyet.siz.lik

küçük farklarla aynıydılar.
bakıldığında algılanamama konusunda bile aynı davranıyorlardı.
sıralanmış küçük nesnecikler
ya da büyük nesnecikler?
fikir edinemiyorduk.

dahil-
olmalı mıydım?
çoğunluk, ne kadar gerekliydi,
bir yanıyla, birilerinin haklılığını gizli bir anlaşma yapmış gibi sessizce kabullenerek
var olmalı mıydım kalabalıklarda?
bunun tek yanıtı, eğer ben istersem, olmalıydı.
mümkün olabilmeliydi
DAHİLİYETSİZLİK.
öte yandan her insan belirli renkleri taşırdı ve--
bu renklerle var olabilmeliydi
bulunduğu her 'kalabalık'ta.

curcunaya eklenmenin yolu, başka renklere benzemek-
yahut benzemeye çabalamak
olmamalıydı.

karmaşa, ritüeli

insanlar mürekkep lekesi gibi davranmaya başladığında,
kalabalık algılanamaz olurdu.siluetler birbirine karışırdı, fakat yine de
zihnimiz bu siluetleri insanmış gibi değerlendirmekten geri kalmazdı.


olup biten
dağınık, karmaşık ve kaba.
sınırları belirsiz bir çeperin içinde-
sınırları belirsiz bir çeperin içindeki
belirli sayıdaki insan.belirli sayıdaki ses.belirli sayıdaki yüz.ve belirli sayıdaki durak.
kalabalıkların hatırlattığı şey, çoğu zaman, bu belirsizliğin içindeki fazlasıyla belirli planlılık hali.
mürekkep lekelerinin eşliğinde bir hareket ritüeli.

tüm bu
olduğum yerden gözlemlemelerim,
hatırlamacalarım-
uzun kaldım burada.oysa kısa duraklar olmalıydı vardıklarım.


1/29/2011

/başlangıç

şubat2010'da, kayıtdışı03 doku[n kapsamında gerçekleşen d[evrilen gerçeklik atölyesi,
tam 1 yıl sonra, yolculuğuna bu adreste devam ediyor.

hafıza tazelemece için sonuç ürünümüz olan video burada ve burada:



iyi seyirler!